Ana Sayfa
Hakkımızda
Hurma Çeşitleri
Kahve Çeşitleri
Ürünler
SAFRAN MÜREKKEBİ
KEFİR MAYASI
Misyon ve Vizyon
Bizden Görüntüler
Bitkiler ve Şifaları
Baharatın Tarihçesi
Fitoterapi
Baharatın Faydaları
İletişim
 

Fitoterapi

BİTKİLERLE TEDAVİ (PHYTOTHERAPY)
Phytotherapy "Bitkileri kullanarak hastaları tedavi etmek." bilimidir. Bu bilim, yüksük otu ve güzel avrat otu gibi çok kuvvetli etkilere sahip bitkilerden, papatya ve nane gibi hafif etkili bitkilere kadar organizmaya tesir eden tüm bitkileri inceler.

Bu noktada şu ifade edilmelidir ki; hafif etkili bitki asla etkisiz anlamına gelmeyip, ayrıca zehirli olmadıklarından uzun süre yüksek dozlarda kullanılabilme imkanına sahiptir.
Phytotherapy, İngilizce'de Phyto: Bitki, therapy: tedavi kelimelerinin birleşmesiyle elde edilen bir terimdir. Bu terim ilk defa 1870-1955 yılları arasında yaşamış Fransız hekim Henri Leclerc tarafından kullanıldı. Leclerc, çoğu Fransa'da yayınlanan tıp dergisi La Presse Medicale' de olmak üzere bitkisel tedavi hakkında çok sayıda makale yayınlamış, daha sonra da bitkisel tedavi üzerindeki tecrübelerini ve yazdığı makaleleri Presic de Phytotherapy isimli kitabına özetlemiştir.

Tıbbi bitkilere ait bilgiler Antik Çağlardan beri kaydedilmiş olup, bu en eski bilgilerin başlıca sahipleri Mısır piramitlerinde de görev alan din adamı ve hekim İmhotep, Roma İmparatoru’nun þahsi doktoru Galen, Marcus Avrelius ve Paracelsus'dur.
http://www.lokmanaktar.com/_bitki_tedavi/bitki1.jpg
 
Elimizdeki bitkiler hakkında derlenen bilgilerin bir kısmı tecrübeye dayalı, bir kısmı da bitkilerin etkili maddeleri bulunup ayrılarak yapılan klinik çalışmalara ait bilgilerdir. Her şeye rağmen tüm dünya üzerine çok büyük miktarlarda yayılmış olan bitkilerin tıbbi açıdan araştırılması tamamlanamamıştır.

YAN ETKİLER:

Genel olarak halk ve bitkisel tedaviyi uygulayan bazı kimselerce bitkilerin tamamen zararsız olduğu kabul edilir. Gerçekte bu doğru değildir. Sentetik ilaçlarda da olduğu gibi hafif tesirliden, kuvvetli tesirliye kadar bir yelpaze söz konusudur. Yüksük otu, güzel avrat otu, çiğdem gibi kuvvetli tesirlere sahip bitkiler, yüksek dozlarda zehirli olduklarından son derece tehlikeli olabilir. Bu noktada ifade edilmesi gereken bir konu da, direkt olarak bitkilerin tedavide kullanılması sırasında yan etkilerin de görülebileceğidir. Özellikle, bitkiler bir çok maddeyi yan yana içerdiklerinden, gerekli tesiri gösterecek madde yanında diğer maddeler de alınmaktadır. Tabiidir ki buda bir takım yan etkilere yol açar. Zaten ilaç sanayiinde temel teorik amaç bu gereksiz maddelerin arındırılıp, ana aktif maddenin saf olarak verilmesidir. Ancak bunun yanında, doğanın bir parçası olan organizmayı hastalandığında yine doğanın kendisinin doğal ilaçlar, yani bitkiler ile tedavi edeceğine inanan felsefi bir görüş ve doğal ilaç kullanmanın hastaya verdiği psikolojik rahatlık ile moral de söz konusudur.

 
http://www.lokmanaktar.com/_bitki_tedavi/bitki2.jpg
19-20 y.y' larda Kimya ve Biyokimya bilimlerinde ilerlemeler bitkilerin kullanımını, bitkilerden elde edilen maddelerin tüketimine bırakmıştır. İşte bu günümüzdeki muazzam ilaç sanayiinin başlangıcıdır. Ancak günümüzde sentetik ilaçların sebep olabildiği kuvvetli reaksiyonlar ve ilaç sanayisinin sebep olduğu kirlilik bitkilere karşı olan ilgi ve alakayı tekrar gündeme getirmiştir.
Bugün tıbbi bitkilerin etkileri üzerine yapılan çalışmalar bilimsel bir konudur. Dünyadaki tüm bitki türlerinin yaklaşık %50'si tropikal ormanlarda yetişmektedir. Bu türlerin her yıl bir kısmı Biyokimyasal araştırmalarla muhtemel tıbbi tesirleri açısından değerlendirilmektedir. Bu pozisyonda, antser etkili birçok bitki bulunmuş ve bunlar şimdi etkileri, yan etkileri, tesir değerleri bakımından denemelere tabi tutulma aşamasındadırlar. Yine bir Avustralya bitkisi olan Castanospermum Australe virüslere karşı etkili bulunmuş ve AIDS hastalığını tedavi edebileceği düşünülerek tıbbi deneylere başlanmıştır.
 
DOZ:

Tedavi amacıyla bitki kullanılmasının en önemli handikaplarından biri, doz ayarlamanın oldukça güç oluşudur. Çünkü tıbbi bitkilerin elde edilmesi bölümünde de anlattığımız gibi bitkilerin taşıdığı tesirli maddeler bir çok faktörden etkilenmekte ve bitkiler ilaç haline getirilirken de yine değişik sonuçlar alınabilmektedir. Dolayısıyla etki beklenenden fazla veya az olarak görülebilir. Bu da zehirlenme olarak kabul edilir. Ancak bu dezavantajı kapatabilecek bir diğer gerçek de kullanılan tıbbi bitkilerin büyük çoğunlukta
hafif etkili vücutta birikip zehirlenmeye yol açabilecek maddelere sahip olmayan, uzun süreli kullanıma uygun olmasıdır. Bu noktada size önemli bir tavsiyemiz, bitkisel tedavinin doz ayarı ve tedavi takibinin mutlaka bir hekim kontrolü altında yapılmasıdır.
Modern Tıpta Bitkisel Tedavinin Yeri:
Modern tıpta bitkisel tedavinin yerini belirlemede en kolay yol belki de geçmişe bakmaktır. 3000 yıl önce ünlü eski tıp adamlarından Teselya'lı Eskülap bir deyim sarf etmiştir. Buna göre önce cümle (psikolojik tedavi manasında) sonra bitki ve son olarak bıçak iyileştirme yöntemleridir. Bugün ise bu deyimi önce cümle sonra bitki, daha sonra ilaç ve son olarak da bıçak olarak geliştirebiliriz.Yani psikolojik yöntemlerle tedavi edilemeyen fakat ilaç kullanmayı da gerektirecek kadar ağır olmayan şikayetler bitkisel ilaçların en önemli kullanım alanıdır.
Bu arada bazı bitkilerden faydalanarak yapılan banyoları ve diyeti de bitkisel tedavi olarak görebiliriz.
Buna en bariz örnekler olarak da yüksek tansiyon ve şişmanlığı verebiliriz.Yüksek tansiyon tedavisinde önce psikolojik olarak rahatlama ve diyeti düzenleme suretiyle tansiyonu dengeleme amaçlanır. Eğer bu yöntemler yeterli olmazsa ilaç tedavisine geçilir. Kullanılan ilaçlar da kuvvetlilik derecesine göre 3 sınıfa ayrılır. İşte burada bitkisel tedavinin kullanılabileceği alan psikolojik tedavi ve diyetten sonra ilaçlara geçmeden önceki basamaktır.Yine şişmanlıkta da diyetler çok büyük oranda sebze ve meyvelerden müteşekkildir.

Netice olarak bu örneklerden de anlaşılabileceği gibi modern tıpta bitkisel ilaçların kullanılabileceği vakalar, ilaç kullanmayı gerektirmeyecek sebeplere bağlı, aynı zamanda hafif rahatsızlıklardır.Ayrıca ilaç tedavisi yanında yardımcı olarak da kullanılabilir.

Tıbbi Bitkilerin Elde Edilmesi: Eski Mısırlıların taş devrinden beri tıbbi amaçlarla bitki yetiştirdikleri bilinmektedir. Bugün bazı bitkiler yabani olarak elde edilmekte (papatya, kekik, ardıç) bazıları ise tarlalarda ekilmek suretiyle yetiştirilmektedir (tarçın, haşhaş, kınakına).

Tıbbi bitkilerin yetiştirilmesinde diğer bitkiler gibi uygun toprak, uygun ortam ve uygun bakım ister. Bazı bitkiler de bu şartlar etken maddeyi önemli derecede etkileyebilmektedir. Yani bir bakıma bitkinin istenilen tesirleri göstermesi yetiştirilme koşullarına bağlı olabilir. Örneğin yabani olarak toplanmayıp da, tarlalarda yetiştirilen yüksük otlarının daha az etkili olduğu gösterilmiştir.

Tıbbi bitkilerin değerine etki eden faktörlerden biride toplamadır. Çünkü bitkilerin içerdiği etkili maddeler, senenin belirli aylarında, hatta gün içinde bile miktar olarak değişir. Günlük değişime örnek olarak haşhaş alkaloitlerini verebiliriz. Sabah ve akşam içerilen alkaloit miktarı önemli değişimler göstermektedir. Mevsim değişimine en iyi örnek ise deniz üzümüdür. Sonbahar ve kış mevsimindeki efedrin maddesi miktarı ilkbahar ve yazdakinin iki mislidir.

Tıbbi bitki materyali elde etmede son aşama da kurutmadır. Amaç bitkileri bozulmadan uzun süre saklayabilmek olarak söylenebilir. Kurutma esnasında ağırlık da yarıdan fazla azaldığı için nakil ve depolama işlemleri de kolaylaşır. Dikkat edilecek nokta, kurutmanın yüksek veya düşük hararette ve havadar bir yerde yapılmasıdır. 35-50 C arasında yapılan kurutmalarda etkili madde kaybı artmaktadır.


BİTKİSEL TEDAVİNİN TARİHÇESİ


Bitkilerle tedavi en eski iyileştirme yöntemlerinden biridir. İlk yazılı eserlerde de bitkilerin hastalıkları iyileştirmede kullanıldığına dair ipuçları vardır. M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamyâ’da yani Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki topraklarda kurulan Sümerler, Akadlar ve Asurlulara ait medeniyetlerde, hastalıkların rahip hekimler tarafından sihir, büyü, bitkisel ve hayvansal ilaçlarla tedavi edilmeye çalışıldığı Ninova tabletlerinden öğrenilmiştir.

Tabii ki bu tedavi şekilleri arasında çoğunluğu bitkisel ilaçlar teşkil etmektedir. Anadolu ve Mezopotamya'da daha sonra kurulmuş olan Hitit uygarlığı hakkındaki bilgiler ise Boğazköy'de bulunan Hitit arşivinden çıkarılan tabletlere dayanmaktadır. Buna göre Hitit'lerin hastalığı tanrının insanları cezalandırması olarak kabul ettiği ve bunun için de tedavide bitkisel ilaçlarla birlikte sihire de başvurdukları anlaşılmaktadır.

Bu dönemde Çin ve Hindistan'da da Mezopotamya uygarlığına paralel olarak bitkisel tedavide gelişmeler kaydedilmiştir. Hint yazar Rig Veda M.Ö. 2500'lü yıllarda 1000 şifalı bitki içeren bir eseri kaleme almıştır.
http://www.lokmanaktar.com/_bitki_tedavi/misir1.jpg
Eski Mısır uygarlığı tıbbına ait bilgilerimizin temeli ise M. Ö. 1550 yıllarında yazıldığı tahmin edilen ve bir mumyanın bacakları arasında bulunan Eber papirüslerine bağlıdır. Yaklaşık 800 adet bitkiden bahsedilen belgelerde, hastalıklarda, ayinlerde ve mumyalamada kullanımlarından
bahsedilmektedir. Bu papirüslerde en sık adı geçen bitkiler adasoğanı, ardıç, banotu, çiğdem, hardal, Hint yağı, incir, centiyane, keten, safran, soğan, sarımsak, tarçın ve üzümdür. Firavun mezarları olan piramitlerin inşası esnasında çaışan işçileri mikrobik hastalıklardan korumak için soğan ve sarımsak verilmesi ilginç bir özelliktir.

Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinden etkilenerek oluşan Yunan uygarlığı sğırasında tedavi ve bitkisel ilaçlar hakkında çok önemli kitaplar yazılmış ve bu eserler senelerce Avrupa ve özellikle İslâm tıbbına temel teþkil etmiştir. Bu dönemde M.Ö. 1250'li yıllarda Eskülap efsanevi bir hekim olmuş, iki kız kardeşi Hygeia ve Panacea'nın yardımları ile bitkisel tedaviyi hastalarına uygulamıştır. Bu arada İstanköy'de doğan Hipokrat, tıbbı felsefeden ayırıp ilmi esaslara bağlaması ile önemli bir şahıs olarak tarihteki yerini almıştır. Bugün hâlâ tıp fakültelerinde mezuniyet törenleri sırasında, öğrenimini bitiren doktor adayları Hipokrat'ın o tarihlerdeki yemininin çok benzeri bir yemin ederek diplomalarını almaktadırlar. Tıpla ilgili 150 kadar eseri bulunan Hipokrat 400 civarında bitkisel ilaçtan bahsetmektedir.

Yine bu çağlarda bitkilerin insanlarda yapmış olduğu etkiler büyü ile de sıkı bağlar içindeydi. Birçok bitki, gizli ve özel ayinlerde, büyü ve sihirde kullanılmak üzere tecrübeli toplayıcılar tarafından tedarik edildi. Ortaçağ İngiltere'sinde manastırların bahçelerinde tıbbî bitkiler yetiştirilirdi. Bu bitkiler arasında Ortadoğu'dan getirilen bitkiler de vardı.

Roma ve Bizans uygarlıkları döneminde hastalıkları iyileştirmeye pek gayret edilmediği görülür. Bunun sebebinin de Tanrının işine karışmamak felsefesi olduğu düşünülmektedir. Buna göre Romalılar hastalığın tanrılar tarafından insanlara ceza olarak verildiği kanaatindeydiler. Buna rağmen Bizans dönemine ait Dioscorides ve Galen isimli 2 ünlü hekim mevcuttur.

Dioscorides, Neron ve Vespasien'in ordularında hekim olarak Anadolu ve Doğu ülkelerini gezmiş, tıbbi bitkilerle ilgilenmiş ve elde ettiği bilgileri "ilaçlar bilgisi" isimli eserinde yayınlamıştır. Bu önemli kitap ondan sonraki 150 sene tedavi alanında temel eser olarak kullanılmıştır. Eserin aslı elde mevcut olmayıp, en eski kopyası Viyana’da Avusturya Milli Kitaplığı'nda muhafaza edilmektedir. Bu kitabın M. S. 312'de Bizans imparatoru Anicius'un kızı prenses Juliana'ya hazırlandığı bilinmektedir.

Romanın diğer meşhur hekimi Galen ise tedavi hakkında 50 kadar kitap yazmıştır. O dönemde hekimlerin imparatoru unvanını kazandığı iddia edilmektedir. Bu zamandan İslâm Uygarlığı’na kadar geçen süre tıp için karanlık bir çağ olarak kabul edilir. Bu dönemde bitkilerle tedavi bilgileri manastırlara düşmüş, eldeki eserler rahipler tarafından kopya edilerek saklanmışlardır. İslâm uygarlığı döneminde İslâm hekimleri temelde Yunan ve Hint tıplarının bilgilerinden faydalanmış ve özellikle bitkilerle tedaviye çok önem vermişlerdir. Hem çeviriler yaparak eski bilgileri yenilemiş ve hem de kendi buluşlarıyla çağın tıbbına önemli hizmetler vermişlerdir. Şimdi ünlü İslâm hekimlerinden birkaçı hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.

Ebu Reyhan Birunî

973'te Türkmenistan'da doğmuştur. Uzun süre Afganistan'da daha sonra Gazneli Mahmut'un Hindistan'ı zaptetmesi ile Hindistan'da bulunmuştur. Çeşitli dallarda 100'den fazla eseri olan Biruni, Kitab as-saydala fit-tıp isimli kitabında 200 civarında bitkisel ilaçtan bahsetmektedir. Bu eserin el yazması bir nüshası Bursa'da Orhan Gazi Kütüphanesi'ndedir. Biruni 1051'de Gazne'de vefat etmiştir.
 
İbn-i Sina

Filozof, doktor ve diğer bazı müspet ilimlerde de söz sahibi çok ünlü bir bilim adamıdır. Avrupa'da Avicenna ismi ile tanınmaktadır. 980'de Buhara'da doğmuştur. Babası Samani hükümdarlıığında katip olan İbn-i Sina önce babasından, sonra devrin tanınmış alimlerinden Natılî'den, İsmail Zahid'den dersler almış, ayrıca mantık, týıp, tabiat, dini ilimlerden fıkıh, sarf, nahiv dallarında çalýþmalar yapmıştır. Çok zeki olması ve öğrenme isteğiyle genç yaşta ün yapan İbn-i Sina 17 yaşındayken Buhara prensini tehlikeli bir hastalıktan kurtararak sarayın zengin kütüphanesine girme şansını elde etmiştir. Bundan sonra Samanî Devleti'nin yıkılmasıyla, siyasî kargaşalar sebebiyle bir süre dolaşan İbn-i Sina, Ebu Muhammed Şirazî'nin
desteğiyle Cürcan'da kalmış ve 100'e yakın eserinden biri olan Tıp Kanunu kitabını burada yazmıştırr. İbn-i Sina 1037'de Hamedan'da vefat etmiştir. Tıp Kanunu kitabında 800 kadar bitkisel ve hayvansal ilaçtan bahsedilmiş, hazırlanmış ve kullanışları açıklanmýıştır. Bu kitap 1650'li yýılara kadar tıpta standart referans kitabı olmuştur.

AI Gafikî


Cardobâ da doğmuş ve İspanya'da vefat etmiştir. Devrinin en önemli eczacısıdır. Bitkisel ilaçları anlatan çok geniş bir eser kaleme almıştır.
Ibn Baytar

1197'de İspanya'nın Malaga şehrinde doğmuş ve Şam'da vefat etmiş olan bir Arap hekimidir. Kendi ismiyle yazdığı tedavi hakkındaki Baytarname isimli eseri çok meşhurdur. Bu eserde 150'den fazla yazarın ismi geçmektedir. Bu eser sonraki İslâm alimleri tarafından temel başvuru kitabı olarak kullanılmıştır. İbn Baytar Anadolu'yu da gezmiş olduğu için buradaki tıbbi bitkilerden de bahsetmiş ve bu sebeple de Osmanlı tıbbına büyük faydaları olmuştur.
Davud Al-Antakî


Antakya'da doğup, 1599'da Mekke'de vefat eden hekim ve alimdir. 1700 civarında ilaçtan bahseden Tezkere-i Davud isimli bir eseri mevcuttur.

Bunlardan başka Selçuklu ve Osmanlı uygarlıkları dönemlerinde de ilaç yapımı şekilleri ve çeşitleri geliştirilmiştir. Ayrıca eczane ve hastane gibi sağlık kurumlarına da önem verilerek oluşturulmaya başlanmıştır. 200 yıl kadar süren Selçuklu uygarlığının bu kısa dönemde hemen tüm büyük yerleşim merkezlerine sağlık kuruluşları oluşturması takdire şayandır. Bunların en önemli örneği Kayseri'deki Gevher Nesibe Sultan Darüşşifâsıdır.

Bu dönemlerde Avrupa'da İslâm alimlerinin eserlerinden Latince’ye çevrilen kitaplar bitkisel tedavide kullanılmaktaydı. Bu durum Marco Polo ve diğer kâşiflerin Çin'e ticaret yolunu açmasına, dolayısıyla bitki türlerinin ticaretinin başlamasına kadar hiçbir değişiklik olmadan sürmüştür. Bu olayla birlikte Amerika kıtasının keşfi, yeni bitki türlerinin tanınması ve yerli halkında yardımıyla bitkisel tedavi bilgilerini genişletmiştir. Ardından matbaanın icadıyla bitkilerle tedavi, en popüler ve en çok satılan kitap haline gelmiştir.

Bu dönemdeki meþhur Avrupalı hekimlere bakacak olursak:
John Gerard

John Gerard (1545-1612): Cerrah ve botanist olan John Gerard Londra'daki bahçesinde 1000'e yakýn normal ve nadir bitki yetiştirmiş ve bunlaro tedavide kullanmıştır. Bu konuda kendi tecrübelerini de içeren bir eser yazmıştır.






John Parkinson (1567-1650): Eczacı, doktor ve botanisttir. Londra Covent Garden'da buraya adını veren mükemmel bir bahçeye sahipti ve tıbbi bitkiler konusunda 2 eser yazdı.
Nicholas Culpeper

Nicholas Culpeper (1616-1654): Özellikle Londra'nın fakir semtlerinde çalışan ve bitkilerin astrolojik özelliklerini öğrenmek suretiyle hangi hastalıklara iyi geldiğinin tayin edilebileceğini iddia eden bir hekimdir. Culpeper bu fikirleriyle zamanın akademisi Royal College of Physicians'deki meslektaşlarını çok kızdırmıştır.




Yine bu dönemlerde Avrupa'da işaret doktrini The Doctrine of Signatures adı altında bir teori ortaya atılmıştır. Buna göre bitkinin şekli, rengi veya genel görünümü, tıbbi etkilerini işaret ediyordu. Kalp şeklinde bir bitki kalp, göze benzeyen görünüşteki başka bir bitki ise göz hastalıklarına iyi geliyordu. Bu doktrinin Culpeper'inkine benzerliği hemen göze çarpmaktadır.


Osmanlılar da Anadolu'da yönetimi ele geçirdikten sonra hem eski sağlık kurumlarını korumuş ve hem de yenilerini inşa etmiştir. Ayrıca hekimlik alanında da ilerlemeler kaydedilmiştir. Fatih'in hocası Akşemseddin'in tıbbî bitkilerle ilgilendiği ve hekimlik yaptığı bilinmektedir. Osmanlılardan Geredeli İshak, Müntahab-ı Şifayı Tıp adlı bir eser yayınlamış ve bu eserinde yine tıbbî bitkilerden bahsetmiştir.


İstanbul'un fethinden sonra Fatih külliyesine ilk darüşşifa kurulmuş, ardından da Kanuni devrinde tıp medresesi geliştirilmiştir. Önceleri hekimler ilaçları yanlarında taşırken daha sonra dükkanlardan satılması fikrinin benimsenmesi ile Aktar dükkanları doğmuştur. Bundan sonra kronolojik sıraya göre:


-1802'de ilk eczane Taksim caddesi 49 numarada açıldı.

-1839'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane açıldı.

-1872'de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye ilk eczacı mezunlarını verdi.

-1895'de Türkiye'nin ilk eczacısı Ahmed Hamdi Bey Zeyrek yokuşunda eczanesini açtı.
 
GÜNÜMÜZDE VE ESKİ DEVİRLERDE TIBBİ BİTKİLER
        İnsanoğlu tıbbî bitkileri, tarihin en karanlık devirlerinden beri bilmekte idi. Eski milletlerin tıbbî bitkiler hususundaki bilgilerini, yaşadıkları devirlerden kalma kitabelere ve arkeolojik materyallere istinaden anlamaktayız. Asurlar'dan kalma, kil tabakalara yazılmış, birçok hastalık ve bitki adları mevcuttur. Bunları hastaların tedavisinde kullandıkları bilinmektedir.
        Bununla beraber Asurlar'ın merkezi olan Ninova şehrinde, tıbbî bitkileri yetiştirdikleri de tespit edilmiştir. Asur kitabelerinde; Asur, Babil ve Sümer lisanlarında yazılmış tedavi usulleri de yer almaktadır. Bunlar, hastaların tedavisin-de, bu milletlerin, tıbbî bitkileri kullandıklarına birer delildir.
        Eski Mısırlılar, Asur ve Babil halkının tababetteki bu ilerlemelerini, daha da ileri götürmüşler, bu bitkilerden hastalarının tedavisinde, faydalanmışlardır. 1872 yılında Ebers tarafından keşfedilen ve milattan 1550 yıl evvel yazılmış papirusta 450 kadar hastalık kaydedilmekte, nebati ve hayvani menşeli ilaçlar bulunmaktadır. Edvin Smith tarafından bulunan papirusta da yara, kırık, burkulma vs. tedavi usulleri bulunmaktadır.
        Mısırlılar, tıbbî bitkileri te'min etmek maksadıyla, özel seyahatler tertip etmişlerdir. Mesela M.Ö. 1500 yılında, bugünkü Somali'ye 5 adet gemi gönderdikleri bilinmektedir. Buralardan, Mısırlı'larca bilinen nane (Mentha piperita), siyah hardal (Sinapis nigra L.) sinameki (Cassia acutofolia L), haşhaş (Papever somniferum L.) adasoğanı (Scilla maritima L), tatula (Datura stramonium) gibi tıbbî bitkiler getirmişlerdir. Hâlâ bu bitkiler tababette kullanılmakta ve Avrupa'da yetiştirilmektedirler.
        Tıbbî bitkileri eski Yunanlılar da ilaç olarak kullanmakta idiler. Yunan Tababeti'nin piri sayılan Hipokrates, (M.Ö. 460-377) zamanında kullanılan 236 tür tıbbî bitkiden, uzun uzadıya bahsetmektedir. Aristotales'in (M.Ö. 384-322) TABİİ İLMLER TARİHİ kitabında, o devirde bilinen, tıbbi bitkilerin kullanılışı üzerine geniş bilgiler verilmektedir. Eski Yunanistan'da Aristotales'in talebesi, botanik ilminin müssisisi sayılan Teofrastos (M.Ö. 372-287), "Bitkilerin araştırılması ve bitkilerin sebebleri" kitabında, botanik ilimler (ilmi nebatat) hakkında etraflı bilgiler vermiştir.
        Tıbbî bitkiler üzerinde, diğer Yunan bilginleri de çalışmışlardır. Mesela Ksenofontis; afyon, günlük, buhur vesaire bitkilerinin hususiyetlerini meydana çıkarmıştır. Fisagor da adasoğanı ve hardalın tıbbî te'sirlerini incelemiştir. Aristofanos da siyah banotu ile diğer bitkileri incelemişlerdir.
        Yunan tıb biliminin mirasçısı sayılan eski Romalılar, bu bilgiler üzerinde çalışarak ilerlemeler kaydetmişler ve bu konuları daha da zenginleştirmişlerdir. Romalı bilgin Plinius (23 veya 24-79 y.) "Tabiat tarihi" başlıklı birkaç ciltlik tabii bilgiler ansiklopedisini meydana getirmiştir. Bu kitaplarda, geçmişten, yaşadığı zâmâna kadar ki tabii ilimlerden elde edilen başarıları kaydetmiştir.
        Miladî birinci asırda, Yunan asıllı Romalı bilgin Dioskorides "Müdâvî ilaçlar" kitabında 600'den fazla tıbbî bitki hakkında etraflı bilgiler vermektedir.
        O devrin meşhur doktor ve eczacısı Klavdii Galen (131-201 y.) idi. Bu bilgin bitkisel menşeli yeni preparat formülleri tertip etmiştir ki, bu formüller bugüne değin kullanılmaktadır.
        Romalılardan sonra, ciddi çalışmaları ile, tıp dünyasında temayüz eden Araplar'dır. Araplar tıbbî bitkilerden hangisinin zehirli ve hangisinin zehirsiz olduğunu ayırt etmek için hayvanlardan istifade etmişlerdir. Onlar üzerinde tecrübeler yaparak, ilk araştırmanın temelini atmışlardır. Araplar II. asırda "TIP MEKTEBİ"ni açmışlardır. III. asırda ise İlimler Akademisini te'sis etmişlerdir. İlk defa tedavi pratiği eczacılıktan ayrılarak farmakope (ilaçlar bilimi) vaz'edilmiştir. O devrin Türk bilgini meşhur İbn-i Sina (980-1037) yüzden fazla ilmî eser bırakmıştır. En büyük eseri 3 ciltlik "Al-kanun fit-tıb"dır. Onun bu eserinde 900'den fazla tıbbi bitki, hayvani ve inorganik menşeli ilaç yer almaktadır. Müslümanlar 1600'den fazla tıbbi bitki bilmekte idiler.
        Çinliler, milattan 3000 yıl evvel nebati, madeni ve hayvani menşeli birçok ilaç kullanmışlardır. Milattan 2600 yıl evvel neşredilen BEN SAO adındaki birinci kitapta 900 cins bitki kaydedilmiştir. Daha sonraları, XVI. asırda Çinli doktor Li Şiç Jen 1900 dolayında tıbbi bitki kaydetmiştir.
        Eski Hindistan ve Tibet'tede tıbbî bitkiler ile tedaviler geliştirilmiştir. Milat-tan 2000 yıl kadar evvel yazılmış Susruta başlıklı eserde, eski Hinduların 700'den fazla tıbbî bitki tanıdıkları kaydedilmektedir. Onlar da o devirlerde halmugro yağını biliyorlar ve onunla cüzzâm hastalığını tedavi ediyorlardı. Aynı zamanda ışgın (Rheum palmatum L.) ve çavdar mahmuzu (Claviceps purpurea Fr.) bitkilerinin te'sirlerini de biliyorlardı.
        Avrupa tıp alanı, Amerika'nın keşfinden sonra, yeni birtakım bitkilerin ilavesiyle daha da zenginleşti; mesela koka (Erytroxylon coca Lam.) kinin ağacı (Cinchona sucdrubra Pav.), kakao ağacı (Theobroma cacao L), hidrastis (Hydrastis canadensis L), senega-sütotu (Polygala senega L.) ve bunun gibi, bitkiler o devirlerde yerliler tarafından bilinmekteymiş.
        Avrupa'nın uyanış devresinde, meşhur ilim adamı Parselez bitkilerin kimyevi terkiplerini incelemeye, ihtiva ettikleri müessir maddeleri araştırmaya başlamış; lakin kimyevi analizler ancak 3 asır sonra pratiğe alınabilmiştir. Bunun kurucusu da İsveçli eczacı Karl Şile'dir. Tıbbî bitkiler üzerinde geliştirilen inceleme ve tatbikatta görülen ilerleme ile XIX. asır öğünebilir. Bu sırada birçok ilaç sanayii kurulmuştur. Kurucular tıbbî bitkilerin kültür yetiştirilmesi, toplama, kurutma, ufalama gibi teşkilatları organize ettiklerinden, eczanelere tıbbî bitkiler artık yaş olarak getirilmemektedir. Hammaddelerin gözle tespiti de mümkün olamamaktadır. Bu ahval tıbbî bitkilerin anatomik yapılarının tayin edilmesi zaruretini doğurmuştur. Başta İsviçreli eczacı Aleksandır Cirh olmak üzere pek çok eczacılar bu yolda emek ve gayret sarfetmişlerdir. Böylelikle farmakognozi (tıbbî bitkiler) ilminin temeli atılmıştır.
        XIX. asrın ortalarında, bütün maddelerin kimyevi elementlerden mürek-kep olduğu, organik maddelerin karbondan hasıl olduğu ve muhtevasında oksijen, azot, fosfor, kükürt ve diğer elementlerin bulunduğu anlaşılmıştır. Yeni keşiflerin elde edilmesiyle, fitokimyada da hızlı ilerlemeler kaydedilmiştir. Eczacı Serturner, 1806 yılında afyondan saf morfin alkaloidi elde etti. O, morfinin alkalik hassasında uyuşturucu te'sir olduğunu keşfetti. Yeni maddeye, Yunan Mitolojisi'nde adı geçen Morfey'e izafeten "morfin" adı verildi. Serturner'in bu keşfi, dünya ilim adamları arasında merak ve heyecana sebeb oldu. Bu hadise, ilim adamlarını bitkilerin aktif maddelerini araştırmaya teşvik etti. Nite-kim Fransız eczacılarından Kaventi ve Peletie kısa bir zamanda striknin, veratrin ve kinin alkaloidlerini izole ettiler. Bitkilerden XIX. asrın ortalarında, diğer aktif maddeler (glikozidler) keşfedildi. Bundan başka sepi maddeler (saponinler, reçineler vs.) keşfedilmiş ve incelenmiştir. Bitkilerin devai te'sirleri hakkında XIX. asrın sonlarında ve XX. asrın başlarında, vitaminlerin keşfi ile, ilim dünyasında yeni sahifeler açıldı. Asrımızın ortalarında da, bakterilerin öldürücü hassasına sahip olan "fitonsidler teorisi" ortaya çıktı. Bu zaman zarfında muayyen tür mantarlardan ve onlara yakınlığı olan organizmalardan ayrılan antibiyotikler keşfedildi. Bu hadise bitki araştırmacılığında yeni dalgalanmalara sebeb oldu ve hâlâ da devam etmektedir. Halbuki, orman ve ovalarda, meçhuller deryasında yetişen mütevazi bitkiler, daha nice yıllar insan sağlığını korumaya devam edecektir.

Bugün 5 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol